Etiketler

,

Lévi Strauss’a İkinci Önsöz

Olivier Abel

(…)

Batı demokrasilerinin demokratik-olmayan çevre ülkelere ihtiyacı vardır. Antropolojik terimlerle alışveriş, “tüccar” biçimini aldığında “soylu” farklılıklarla beslenir ve ardında ham bir ekonomik eşitsizlikten başka bir şey bırakmaz. (…)

(…)

(…) Bugün her büyük şehirde her biri kendini gerçekleştirmeye uğraşan bir “görünmez şehirler” kalabalığı vardır.

(…)

(…) Evrenselliğe, kentselliğe ya da laikliğe (tartışmanın terminolojisine göre), her tür aidiyeti, özel bir gelenek içinde kurulmuş her şeyi reddederek ya da inkâr ederek, ya da mümkün tek temelin temel yokluğu ve kaybı olduğunu belirterek (E. Morin) varılacağını sanmak bir hatadır. (…) Bunu söylerken özellikle her kültürün dinsel boyutunu, toplumsal ve siyasal her kapanmanın dinsel boyutunu (R. Debray) düşünüyorum.

(…)

(…) Herhangi bir din evrenselleşmeyi çok iyi başarsa bile iç farklılaşma ilkesi tarafından kısa zamanda parçalara ayrılırdı. (…)

(…)”

Irk Tarih ve Kültür, Claude Lévi-Strauss, Çev. Haldun Bayrı – Reha Erdem – Arzu Oyacıoğlu – Işık Ergüden, Metis Yay., İstanbul, 2007, s. 14, 16-19

“(…) Tarihin ırkçı kuramların atası durumuna getirdiği Gobineau’nun, aslında “ırkların eşitsizliği”ni niceliksel değil niteliksel olarak ele aldığı unutulmamalıdır. (…)”

agy s. 21

“(…) Ve Güney Afrika’nın “pigme”leri Çin ve Endonezya’nın “dev”leri, vb. gibi insanımsıların en değişik tiplerinin, aynı bölgede olmasa bile aynı zaman içinde birlikte var oldukları reddedilmemektedir.

(…)”

agy s. 36

“(…) Bir siyasal düzenin muhalifleri var olan düzeni gönüllü olarak kabul etmezler; onu toptan mahkûm edip, sanki yaşanan dönem koskoca bir araymış da bunun sonunda yaşam yeniden başlayacakmış gibi, tarihin dışına atarlar. (…)”

agy s. 38, 39

“(…) Yerliler, Curt Nimuendaju’nun uygar yerlerde kalıp tekrar kendi aralarına dönmesinden sonra, her seferinde, onun yaşamaya değer tek yer olan kendi köylerinden uzaktayken çektiği acıları düşünüp, acıyarak ağlarlardı.

(…)

(…) Öyle görünüyor ki bu değerler iki ana başlığa indirgenmekte; Batı uygarlığı bir yandan, Leslie White’ın deyimiyle, sürekli kişi başına düşen enerji miktarını artırmaya, diğer yandan da insan yaşamını korumaya ve uzatmaya çaba harcıyor. (…)”

agy s. 45, 46

“(…) Eğer bütün kadınlar en azından en güzelleri kadar güzel olsalardı, onları sıradan bulur, niteleyici yargımızı ortak modelin dışında kalan azınlığa saklardık. (…)”

agy s. 53

“(…) Kimi zaman, her kültür kendini tek hakiki ve yaşanmaya değer kültür olarak görür; diğer kültürleri bilmezlikten gelir, hatta onların kültür olduğunu bile inkâr eder. (…) Daha çok hayatını adadığı Brezilya yerlilerinin kendisine taktığı Nimuendaju adıyla tanınan ünlü Alman etnolog Curt Unkel, uygar bir merkezde uzun süre kaldıktan sonra yerli köyüne geri döndüğünde, köyün ev sahipleri Nimuendaju’nun, hayatın yaşanır olmaya değdiği tek yer diye düşündükleri kendi köylerinden uzakta katlanmak zorunda kaldığı acıları düşünerek gözyaşı döküyorlardı. (…)

(…)

(…) Çünkü fiziksel antropoloji uzmanları ve etnologlar sorunun çözümsüzlüğü konusunda hemfikir olsalar ve birbirlerine söyleyecek şeyleri olmadığını saptayarak nazikçe selamlaşıp ayrılmadan önce hep birlikte bir yetersizlik tutanağı imzalasalar bile,2 16. yüzyıl İspanyolları’nın okyanus ötesine asker, at, zırh ve ateşli silah taşıyabilecek gemilere sahip olmaları nedeniyle kendilerini Meksikalılardan ve Perulular’dan daha üstün gördükleri ve değerlendirdikleri gerçeği değişmez; aynı akıl yürütmeye göre, buhar makinesine ve övünebileceği başka birkaç teknik marifete sahip diye 19. yüzyıl Avrupalısı da kendini dünyanın geri kalanından üstün ilan etmiştir. (…)”

agy s. 69, 70

“(…)

Science dergisinin son sayılarından biri, Profesör J. V. Neel ve meslektaşlarının, tropikal Amerika’nın kendini en iyi korumuş çeşitli topluluklarıyla ilgili, uzun yıllardan beri sürdürdükleri araştırmaların sonuçlarını daha geniş bir kitlenin bilgisine sundu. Ayrıca bu araştırmalar, Güney Amerika’da ve Yeni Gine’de bağımsız olarak sürdürülen başka araştırmalar tarafından da doğrulandı.3

(…)

3 J. V. Neel, “Lessons from a ‘primitive’ people”, Science, no. 170, 1970. E. Giles, “Culture and Genetics”; F. E. Johnston, “Genetic Anthropology: Some Considerations”, Current Directions in Anthropology içinde, a.g.y.”

agy s. 74

“(…) Kültür ırkın bir türevi midir, değil midir, diye sormak şöyle dursun, ırkın -ya da bu terimden genel olarak anlaşılan şeyin- kültürün türevlerinden biri olduğunu keşfediyoruz.

(…)”

agy s. 78

“(…)

Genetik uzmanlarının keşfinin, neredeyse felsefi denebilecek teorik sonuçlarını F. B. Livingstone ünlü bir makalesinde5 ortaya koymuştur. (…)

5 F. B. Livingstone, “Anthropological Implications of Sickle Celi Gene Distribution in West Africa”, American Anthropologist içinde, c. 60, no 3, 1958.”

agy s. 80

“(…) Yaklaşık on beş yıldan bu yana, etnolog, bu sorunların, insani ölçekte çok daha geniş ve çözümü daha da acil bir sorunu yansıttığının bilincine daha da fazla varmıştır: İnsan ile diğer canlı türleri arasındaki ilişki sorunu; ve insanın hemcinslerine duymasını dilediğimiz saygı, hayatın bütün biçimlerine karşı hissetmesi gereken saygının sadece özel bir durumu olduğundan, bu sorunu diğer canlı türleri düzleminde çözmeye çalışmadan, insan ölçeğinde çözmeye çalışmak hiçbir şeye hizmet etmeyecektir. (…)”

agy s. 88

“(…)

[Kuşkusuz, kendimizi, bir gün insanlar arasında, çeşitlilikleri tehlikeye atılmadan eşitlik ve kardeşliğin hüküm süreceği hayaliyle oyalıyoruz. Ama insanlık geçmişte yaratabildiği değerlerin kısır tüketicisi haline gelip sadece soysuz eserler, kaba ve çocuksu buluşlar meydana getirmeye rıza göstermezse, bütün hakiki yaratıların diğer değerlerin çağrısı karşısında, onların reddi, hatta inkârına kadar gidebilecek belirli bir sağırlık içerdiğini yeniden öğrenmesi gerekecektir. Çünkü, hem ötekinin hazzı içinde erimek, onunla özdeşleşmek, hem de ondan farklı kalabilmek mümkün değildir. Başkasıyla olan bütünlüklü iletişim tam anlamıyla başarıldığında, kısa ya da uzun vadede, onun ve benim yaratılarımızın özgünlüğünü zedeler. Birbirlerinden uzak partnerlerin birbirlerini teşvik edebilmeleri için yeterli iletişimin olduğu; bununla birlikte, tıpkı gruplar gibi bireyler arasında da çıkması kaçınılmaz olan engellerin azalacağı, öyle ki alışverişin kolaylığı yüzünden çeşitliliğin bozulup eşitleneceği yoğunluk ve hızda bir iletişimin olmadığı dönemler, en yaratıcı dönemler olmuştur.]

(…)”

agy s. 90

“(…)

Yaşamının son aylarında, ünlü Amerikalı meslektaşım Robert Lowie’nin bana -onu örnek olarak alıyorum, çünkü onunkilerden daha nesnel, özgün ve açık kitap yok; kitaplarını okurken onun, en ufak bir kişisel etkeni devreye sokmadan, toplumları tamamen nesnel biçimde inceleyen tarafsız bir araştırmacı olduğunu düşünüyor insan- her yönüyle incelediği bazı toplumlar konusunda kendini tam anlamıyla huzurlu hissetmediğini ve o toplumları gerçekten anladığına inanmadığını söylediğini anımsıyorum. Örneğin,
kurak düzlüklerde yaşayan ve başlarına tüyler takan Crow Kızılderilileri -yani, bizim çocuklarımızın çok yakından tanıdığı Kızılderililer- için içten bir sevgi beslerken, haklarında son derece iyi incelemeler kaleme aldığı, Amerika’nın güneybatı eyaletlerindeki Pueblos’a dahil olan Hopi Kızılderilileri’ne karşı aynı duygular içinde olmadığını açıklamıştı.

Nedenini sorduğumda, “gerçekten bilmiyorum; fakat bir Crow Kızılderilisi sadakatsiz karısını burnunu keserek cezalandırdığında, tepkisini anlayabiliyorum, bana normal geliyor. (…)”

agy s. 95

“(…)

Yazının kullanıldığı ilk işleri düşündüğümüzde, yazının, en başta iktidarla bağıntılı olduğu açıkça gözükür: Kayıtlar, kataloglar, sayımlar, kanunlar ve yönetmelikler için kullanılmıştır; her durumda, amaç ister mülkiyetin, ister insanların kontrolü olsun, yazı, bazı insanların dünya servetleri ve diğer insanlar üzerinde uyguladıkları gücün bir kanıtıdır.

(…)”

agy s. 103

“(…)

G. C: (Georges Charbonnier, blog.not.) Kabalığımı bağışlarsınız umarım, Gobineau’nun bir sözünü aktaracaktım. (…)

(…) Batı toplumlarında bu insanların, topluluğun geri kalan kesimlerinden giderek koptuğunu gözlemliyorum. Onlar kültürü geliştiriyor, fakat insanlar kültürlerinin bu azınlık tarafından geliştirildiğini düşünmüyorlar. Bana öyle geliyor ki, bu azınlık, insanlar tarafından reddedilmiştir ve toplulukla entelektüeller arasındaki bu kopuş, ekonomik temelli toplumsal sınıflar arasındakilerden çok daha önemli ve çok daha onulmazdır; çünkü böyle farklılıklar, kendilerini ortadan kaldırmaya bile yönelebilirler.

(…)”

agy s. 113

“(…)

CLAUDE LEVİ-STRAUSS: Bu konuda, André Breton’la uzun bir yazışmamız olmuştu. (…)”

agy s. 135

“(…) “Hazır yapıt’a ilgi (yanılıyorsam düzeltin) anılarında, kıyı boyunca deniz kabukları ve denizin biçimlendirdiği şeyleri toplayarak yürüyüşünü ve bunlardan nasıl esinlendiğini anlatan Benvenuto Cellini ile başladı.

(…)”

agy s. 141

“(…) Dilin temel özelliği -Ferdinand de Saussure’ün üzerinde durarak belirttiği gibi- göstermeye çalıştığı şeylerle hiçbir maddi ilişkisi olmayan bir göstergeler sistemi olmasıdır. (…)

(…)

G. C.: Ne yaptığı konusunda yanlış yönlendirilmiş bile olsa, ozan, sözcüklerin kavramsal kullanımının, ikincil ve daha değersiz bir kullanım olduğuna inanır.

(…)

agy s. 147, 148

“(…)

G. C: Bence Max Ernst gibi birisi -ki tavrını yanlış yorumladığımı sanmıyorum- günümüzde soyut resmin çok düşkünü olması ve bu düşkünlerin en zengin sınıftan olmaları gerçeğini, soyut resmin sonuca ulaşmıyor olmasına bağlar. Max Ernst soyut resmi, gösterge niteliğine sahip olmadığı için mahkûm eder. (…)”

agy s. 161