Etiketler

,

“(…) Çok sevdiği eşiyle zenci kölelerinden biri yatakta sarmaş dolaştılar. (…)”

Binbir Gece Masalları, Haz. Osman Koca, Beyan Yay., İstanbul, 2009, s. 12

“(…) Oysa Şahzaman kendisine ayrılan özel odada geceden kalma kötücül düşüncelerini başından savmak için pencereden sarayın bahçesini izliyordu ki birden bire harem dairesi kapısının açıldığını, bu kapıdan yirmi cariye ile yirmi kölenin çıktığını, bunlar arasında yengesinin de olduğunu, cariyelerle kölelerin havuz başında toplandıklarını, soyunup havuza girdiklerini, birbirleriyle gülüşüp oynaşmaya başladıklarını görünce pencere kenarına çekiliverdi.

(…)”

agy s. 14, 15

“(…) Oynaştıktan sonra hevesi geçen kız, koynundan çıkardığı keseyi gösterip; ‘Bunun içinde tam doksansekiz tane yüzük var. Gelin olacağım akşam beni kaçıran bu cinden ben de böyle intikam alıyorum işte. O, uyurken doksansekiz adamla oynaştım. Sizinle beraber sayı tastamam yüz oldu.’ dedikten sonra parmaklarındaki yüzükleri işaret ederek onları çıkarıp kendisine vermelerini emretti. (…)

Kardeşler, kızın kendinden emin bakışları arasında oradan ayrılırken cilveli sesine muhatap kalmanın sıkıntısı içindeydiler: ‘Kadın, denize benzer. Ne zaman sakin olur, ne vakit hırçınlaşır, belli olmaz. Sakin bilirsiniz, sizi zokaya düşürür. Hırçın sanırsınız, koynunuzda mışıl mışıl uyur.’

(…)”

agy s. 17, 18

“(…) Geri döndüğümde bir de ne göreyim! Karımla çirkin bir erkek köle yatakta sarmaş dolaş. (…)”

agy s. 37

“(…) Biri; ‘Zavallı efendimiz, karısının kendisini boynuzladığını bilmiyor!’ derken, diğeri; ‘Nerden bilecek canım! Her gece kadehine uyku hapı atıyor aşüfte!’ diyordu.

(…)”

agy s. 66

“(…) Yeryüzünde bu günahı işleyemeyeceklerine karar veren kardeşler, bu yüzden yer altına inip orada evlenmişler. (…)”

agy s. 83

“(…) İnanmadığı belliydi; ‘Haddi aşma insanoğlu; seni katıra mı, kargaya mı, köpeğe mi, yılana mı yoksa maymuna çevireyim!’ (…)”

agy s.92

“(…) Kansız, kemikli elleriyle etrafında üç tur attıktan sonra, güya içerlek bir dille; ‘Hanımım’ diye mırıldanmış, ‘Çocuk sahibi olmanızın tek koşulu, Kaf Dağı’ndaki Anka adlı kuşun yumurtasını alıp tavana asmanızdır.’

(…) Cin bunun üzerine, getirip tavana asmasını istediği yumurtanın bütün cinlerin efendisi olan Anka kuşuna ait olduğunu söyleyip alev alev gözleriyle Alaaddin’in yüreğini yerinden hoplatmış. (…)”

agy s. 177, 178

“(…)

Meğer bu kuş, vaktiyle efsanelerini çokça dinleyip büyülendiğim Anka adlı kuş imiş ve kubbemsi yapı sandığım şey de yumurtasından başka bir şey değilmiş!

Neyse kesif toz kütlesi yayarak indi kuş. Kuluçkaya yattı. Yumurtanın dibine gizlendiydim. Yere değen ayakları, bir ağaç kadar kalın ve damarlı; pençeleri de, bir mızrak gibi büyük ve sivriydi. Kara kara düşünürken beni bu yerden kurtaracak parlak bir fikir buldum birden. Kurtuluş düşüncemi harekete geçirmek için yerden aldığım bir iple kendimi ayaklarına bağladım. Bu devasa kuş, eninde sonunda acıkacak ve yemek bulmak için havalanıp başka yerlere uçacaktı. Ve böylece ben de, bu ıssız adadan kurtulmuş olacaktım…

Ne vakit havalanacağını hayal ederek uykuya daldığım bir sırada kuş havalanmış meğer. Gözlerimi açtığımda bulutların üstündeydim. O kadar büyük ve ağırdı ki beni fark etmedi bile. Bir zaman sonra alçalıp bilmediğim bir yere indi. Ayakları karaya basar basmaz ipi kesip çaktırmadan kaçarak bir kayalığın arkasına gizlendim hemen. Kuş, dev gibi bir yılan gagalarıyla delik deşip pençelerinin arasına alarak tekrar havalandı…

(…)

(…) İkinci kayayı da zorbela geçince, Anka kuşunun korkusundan yuvalarına saklanmış koskocaman akreplerle upuzun yılanlar gördüm…

(…)”

agy s. 185-187

“(…) Ağaçların ilerisinde beyaz, bembeyaz bir ışık parlıyordu. ne olduğunu merak edip oraya doğru yürüdük. Yaklaşınca bunun Anka kuşunun yumurtası olduğunu anladık. Devasa yumurta, ucundan azıcık kırılmıştı. Koskocaman bir gaga, kırığı genişletip çıkmak için debelenirken arkadaşların bir kısmı ellerindeki baltaları alıp yavru kuşa hücum ettiler. Zavallı kuş, körpecik kanatlarındaki tüyleri sıyıran baltaları görünce acı içinde ötmeye başladı.

Gözleri dönen arkadaşlar, civcivi kalın halatlarla bağlayıp ateşte kızartarak yediler. (…) Birden güpegündüz karardı gökyüzü. Korku ve kaygı yüklü gözlerimizi havaya dikince, Anka kuşuyla eşinin geldiğini fark edip hemen kayıklarımıza atladığımız gibi gemiye sığındık. yavrularının yolunmuş tüylerini ve kemiklerini gören Anka kuşu ile eşi, pençelerine aldığı dağ gibi kaya parçalarıyla peşimize düştü. Onlardan kurtulmaya çabalıyorduk ki; Anka kuşu, pençesindeki kayayı gemiye bıraktı. Kaptanımız usta bir manevrayla dağ gibi kaya parçasından kurtulsa da, çıkardığı dalgalar yüzünden handiyse boğulacaktık…

(…)”

agy s. 202, 203